NG Dergi - Sayı 55

43 Ailesi 1890’dan beri kuyum sektöründe olan Emil Güzeliş, ailenin üçüncü kuşak temsilcisi olarak küçük yaşlarından itibaren mücevherin tüm alanlarında çalışmış. 10 kişilik ilk atölyesinde başlattığı pırlantalı mücevher üretimini, kıtaları aşan başarılı büyümeyle dünya markası Zen Pırlanta’ya dönüştürmüş. İlk pırlanta akademisini açarak kuyumcuları da pırlanta konusunda eğiten Emil Güzeliş’in vizyonu ve Zen Pırlanta’nın eşsiz koleksiyonlarıyla pırlantalı mücevherler, her kadının bir gün sahip olmayı hayal ettiği, ulaşılması güç bir hayalden, gerçekleşen hayallere dönüşmüş. Kuyumculuk işiyle tanışmanız nasıl oldu, nerede başladınız? Ailem 1890 yılından bu yana kuyum sektöründe. Ben ailenin üçüncü kuşak temsilcisiyim. Küçük yaşlardan beri bu sektörde üretimden pazarlamaya, toptan satıştan perakendeye kadar mücevherin tüm alanlarında çalıştım. 1987 yılında Kapalıçarşı’da ‘Emil Kuyumcusu’ isimli ilk mağazamı açtım. 1998 yılında da ilk atölyemi kurarak pırlantalı mücevher üretimine başladım. 10 kişilik bir atölyede başladığımız üretimimiz, bugün ayda 40 bin parça pırlantalı mücevher üretimiyle Avrupa ve Orta Doğu’nun en büyüğü oldu. 2000 yılında ise Türkiye’nin en büyük pırlanta markası olma hedefiyle Zen Pırlanta’yı yarattık. Bugün Türkiye’de 78, yurt dışında ise ABD, Almanya, Peru, Bulgaristan, Arnavutluk, Fas, Irak, BAE, Kuveyt ve Kıbrıs’ta toplam 18 mağazamız bulunuyor. Ailenizden ve çevrenizden edindiğiniz deneyimin katkıları neler oldu? Ailemden kuyum zanaatı konusunda çok önemli bilgi birikimine ve deneyime sahip oldum. Kendi atölyemi kurduğum yıllarda, yurt dışındaki fuarlarda edindiğim tecrübenin pırlantada uluslararası kalite ve trendler konusunda çok katkısı oldu. Bu deneyim sayesinde gerek satın alma, gerek üretim, gerekse perakende alanında hızla ilerledik ve büyüdük. Pırlanta Akademisi ile altın kültürünün çok köklü olduğu bu topraklarda sektöre pırlanta konusunda eğitimler verdik. Yaptığımız reklam ve iletişim çalışmalarıyla pırlantayı tercih edilir ve ulaşılabilir hale getirdik. Geçmişte mücevher denince akla ilk altın gelirdi. Yaşam alışkanlıkları değişirken bu süreçte mücevher anlayışı nasıl bir değişim geçirdi? Ülkemiz yoğun altın kültürü olan bir tarihe sahip. Altını yatırım aracı olarak görmeye çok alıştık. Ama son 10 yıldır Türkiye pırlanta pazarı oldukça hızlı bir büyüme kaydetti. Her yıl yüzde 15, 20 oranında büyüyor. Kadın ve pırlanta ilişkisi üzerine yaptırdığımız araştırmalarda da çok net olarak görüyoruz ki, pırlanta, altından farklı olarak duygusal bir anlam taşıyor ve bu açıdan da takan kişi tarafından ‘kendine ait’ olarak algılanıyor. Dolayısıyla insanların aklında zaten pırlantayı iade etmek, paraya çevirmek gibi bir düşünce değil, pırlantasını zamanla büyütme ve gelecek kuşaklara aktarma gibi bir düşünce var. Pırlantalı mücevherlerin diğer kuşaklara bir anı olarak kalacağı düşünülüyor. Kalıcı ve heyecan verici bir hediye olarak öne çıkıyor. Altın ise aileye ait görülüyor, herhangi bir ihtiyaçta kullanılacak bir güvence olarak bakılıyor. Altın alışkanlığı ve bilgisi olan ülkemizde, kuyumcular başlangıçta pırlanta satmak istemiyorlardı. Çünkü hem bu konuda bilgileri yoktu, hem de tüketici güven eksikliği yaşadığı için satın almak istemiyordu. Biz sektörün ilk pırlanta akademisini açarak bugüne kadar 3000’e yakın kuyumcuyu pırlanta konusunda eğittik. Türkiye’de pırlantanın bilerek satılmasında bu anlamda büyük katkımız olduğuna inanıyoruz. Pırlantaya ilginin artmasında neler etken oldu? Pırlanta ışıltısı ve simgeledikleriyle

RkJQdWJsaXNoZXIy NzI1MDQ=