NG Dergi - Sayı 55

51 KAPLUMBAĞALAR, KUŞLAR... Hareket noktamızdan itibaren yaklaşık 25-30 dakikalık yürüyüşle Karanlık Dağları’nın eteklerindeki Hamzabey Çayı’nın kıyısına ulaşıyoruz. Cennet yeşillikler arasında devam eden yürüyüşümüze, yanı başımızdaki serin suyun içerisinde su kaplumbağaları ve minik balıklar eşlik ediyor yolumuza... Gruptakiler sık sık durup doğanın güzelliklerinin fotoğraflarını çektiriyor, sosyal medya hesaplarını şenlendiriyorlar. Derenin sol kıyısını izleyen patika, bir kilometre kadar ileride biraz dikkat gerektiriyor. Çünkü ağaçlar sıklaşıyor ve hafif rampalarla suyun kenarında bir alçalıp bir yükseliyoruz. Yolu şaşırma riskimiz bulunmuyor. Yürüyüş boyunca eski ıslah duvarları, yapı temelleri ve harabeye dönmüş küçük iskelelere rastlıyorum. Şarkıları hiç kesilmeyen bahar kuşları yol arkadaşlarımız oluyor. İşte bir sürpriz daha: Karşımızda eski bir su değirmeni var. Muğla’nın Ula ilçesinin Karabörtlen köyü yakınlarında böğürtlen ve zeytin başta olmak üzere organik ürünler üreten Melekzat Öktem’in söylediğine göre bu düzenek, doğaya zarar vermeyen ilkel bir HES. Yani su gücüyle tahıl öğütmekte kullanılan bir tür enerji sistemi... Günümüzde bütün enerji üreticilerinin doğaya zarar vermemesini dileyerek yolumuza devam ediyoruz. Artık mola zamanı! 8,5 kilometrelik yürüyüşümüzün yarısı geride kaldı bile... Derenin hemen yanı başında, ağaçların biraz olsun fırsat verdiği açıklık bir alanda mola veriyoruz. Marmarisli öğretmen ve eğitimci dostlarımız Elif, Belgin ve Mehmet’in bohçaları bol çeşitli: Isırgan otlu tereyağlı erişteler, Datça bademli kurabiyeler, keçi peynirleri, lezzet küpü Aydın kuru incirleri, Ege usulü kırma zeytinler, köy ekmekleri, haşhaşlı çörekler ve daha neler neler... Yürüyüşümüzü nefis bir piknik ziyafetiyle taçlandırdıktan sonra yine yürüme vakti. TEMA Vakfı yöneticisi Mehmet Kalınsaz, yürüyüşümüzün en heyecanlı bölümüne yaklaştığımızı söyleyerek heyecanı arttırıyor. Zirve Dağcılık’ın deneyimli üyelerinden biri olan Kalınsaz, Muğla kıyılarına özgü çok değerli bir ağaç türü olan sığlanın (günlük ağacı) korunması için Marmaris ve çevresinde çalışmalar yürütüyor. İNCİRLİİN’İNGİZEMİ Artık Uyku Vadisi’nin en sevilen yerlerinden birine doğru ilerliyoruz. Bulunduğumuz alanda geçit vermez bir sur gibi yükselen duvarlar, her iki yanda yükselmeye başlıyor. Kanyon daraldıkça manzaralar güzelleşiyor. Yol üzerinde rastladığımız bir bölge sakininin söylediklerine bakılırsa civarda 30’dan fazla mağara ve kaya kovuğu var. Bu mağaraların bazılarında nadir bulunan yarasa türlerinin yaşadığı ise bir gerçek… Uyku Vadisi’ne gelenlerin mutlaka uğradığı İncirliin Mağarası’na yaklaşıyoruz. Ama önce derenin karşı kıyısına geçmemiz şart. Rehberimiz, derenin kısmen sığ olduğu bir noktayı tespit edip buradan karşı kıyıya rahatça geçebileceğimizi söylüyor. Dereyi yalınayak adımlarken buz gibi sular içimizi titretiyor. Kısa bir kurulanma molasından sonra yola devam ediyoruz. Birkaç yüz metre ileride İncirliin Mağarası tabelası dikkat çekiyor. Tahta çitleri izleyerek mağaranın girişine tırmanıyoruz. Mağara rehberi, ziyaretçileri gruplar halinde içeri alıyor ve 345 metre derinliğindeki mağaranın yaklaşık yarıya yakın bölümünü gezdiriyor. Birinci derece arkeolojik ve doğal sit alanı olarak da tescil edilen İncirliin, günümüzden iki milyon yıl önce yatay olarak gelişmiş bir fosil mağarası. Dehlizlerinde Neolotik dönemden kalma yaşam izleri tespit edilen mağara, sanat galerisini anımsatan sarkıt ve dikitleriyle görenleri hayran bırakıyor. Yarasa Galerisi, Havuzlu Salon ve Gösteri Salonu gibi ilginç bölümlere ev sahipliği yapan bu doğal oluşumda, galeriler arası bağlantılar 6-7 metrelik demir merdivenli dik inişlerle sağlanıyor. Yaklaşık yarım saat süren İncirliin Mağarası gezimiz bitiyor ve çıkışa doğru yol alıyoruz. Mağaranın meşhur yarasalarıyla karşılaşamadık ama artık bir dahaki sefere diyerek Uyku Vadisi’ne veda ediyoruz. Ülkemizin doğal ve kültürel zenginliklerinin üzerine titrememiz gerektiğini bilerek…

RkJQdWJsaXNoZXIy NzI1MDQ=