NG Dergi - Sayı 59

63 fotoğrafçılık kariyeri üniversitede Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğrafçılık Bölümü’nden mezun olmasıyla birlikte profesyonel bir hal almış. 21 yaşındayken İngiltere’de film fotoğrafçı Murray Close’un yanında “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı” filminde staj yapan Ambridge, stajının ardından ilk iş deneyimini bir stok fotoğraf ajansında edinmiş. Annesinin sağlık durumu nedeniyle ona yakın olmak için bu işine devam eden fotoğrafçının hayat çizgisini değiştirmesine ise bir ‘şeker’ neden olmuş. 26 yaşına geldiğinde bir şeker paketinin içinde yazan ‘Korkusuz ol!’ mantrası sayesinde atağa geçmeye karar veren Ambridge, New York’a taşınmış ve Lonny Magazine’in kurucu ortağı ve iç mekan fotoğrafçısı Patrick Cline için çalışmaya başlamış. 28 yaşına geldiğinde ise Domino Magazine’in fotoğraf yönetmeni olarak dergiyi yeniden başlatan ekipte yer almış. 30 yaşında kendi şirketini kurmuş ve çok geçmeden New York Times’tan ilk işini almış. “New York Times’tan kazandığım parayla bu anıyı ölümsüzleştirmek için kendime yakut bir yüzük aldım,” diyor Ambridge. Şu anda 38 yaşında olan Ambridge Coco Chanel’in Paris apartman dairesi, Georgia O’Keeffe’in New Mexico’daki evi ve Ernest Hemingway’in Key West’teki konutuna kadar birçok ünlü ismin evini ve pek çok büyüleyici mekanı fotoğraflamış. Kendisi için en özel çekimlerden olan O’Keefee’nin konutundaki çekimi şöyle anlatıyor: “Evi, 7 bin 500 metrekarelik bir yerleşkeydi. O’Keefee, en sevdiğim sanatçılardan biri; hayatını çok ilginç buluyorum. Bence, sanata olan tutkusu ve dürüstlüğü eşsiz. Bu yüzden onun evini fotoğraflama fırsatı bulduğumda, 30 yıldır evini fotoğraflayan ilk kişi olduğumu söylediklerinde gerçekten özel hissettim. Zeminler çok hassas olduğu için odalara yanımda başkası olmadan kendim girdim ve evde tripod kullanamadım. Çekimler sırasında beni duvara yapışmış, bankta ya da ayaklarım havada görebilirdiniz. Çoğunlukla evle yalnız kaldığım için konuta karşı özel bir bağ hissetmiştim.” Ambridge’le dekorasyon üzerine konuşuyoruz. Ev sevdiği tasarım çizgisini soruyorum. “Dürüst olmak gerekirse, çok yönlülüğü seviyorum ve kişisel zevkime hitap etmese bile tüm farklı tarzlarda güzelliği görebiliyorum,” diyor. “Ama seçmem gerekirse, harmanlanmış görünümler bana daha çok hitap ediyor. Karakteri olan, zamanla toplanmış ve katmanlanmış, gerçekte öyle olmasa bile yaşayanların benzersiz kişiliklerini yansıtan tasarımlar benim için daha ön planda. Antika parçaların modern anlayışla harmanlamasını ve sanatsallığa vurgu yapılmasını da seviyorum. Benim için fiyat pek önemli değil çünkü çok az para harcanan şahane mekanları çektiğim gibi, milyonlarca dolarlık evleri de çektim.” Bir evde fotoğraflamaktan daha fazla zevk duyduğu bir nokta olup olmadığını merak ediyorum. “Farklı nedenlerden ötürü her projede farklı alanları seviyorum,” diyor. “Çok sık sıkışık bir tuvaleti çekmeyi sevmediğimi dile getirsem de bazen o alanları çekmeye bayıldığım çekimler de oluyor. Oturma odası gibi tasarımcıların imzasını ortaya koyduğu toplu alanları çekmeyi sevsem de sakin, özel hissettiren, ev sahipleri için sığınak olan özel noktaları çekmekten de keyif alıyorum,” diye ekliyor. Ardından kendi evine değiniyoruz. “Evim sürekli kendini geliştiren bir alan,” diyerek başlıyor sözüne. “İç mekanları fotoğraflamanın en iyi ve en kötü yanlarından biri, çok fazla güzellikle karşılaşmak, bu da karar verme sürecini epey zorlaştırıyor. Benim için önemli olan bir tasarımla kişisel bağ kurup kurmamam. Evim sanatçılar ve farklı türden zanaatkarların eserleriyle dolu ve bunların birçoğu gerçek hayatta da tanıdığım kişilerden aldığım nesneler. Evimde vintage buluntuları modern mobilya ve aydınlatmalar ile harmanlıyor, seyahatlerimde aldığım parçalarla bir araya getiriyorum. Evimde Paris bit pazarından alınma bir Fransız antika aynası, Georgia O’Keefe’den ilham aldığım, Meksika’daki bir şaman tarafından kutsanmış çiçeklerle işlenmiş bir inek kafasıyla ya da köpeğim Margot’ın battaniye olarak benimsediği Hindistan’dan gelen bir şal ve kristallerle aynı ortamda bulunabiliyor. Renk paletim çoğunlukla beyaz ve siyahtan oluşuyor. Çok fazla renk gördüğüm için, kendi evimde nötr bir görünüm istedim. Ancak son zamanlarda, değişim zamanının geldiğini hissediyorum. Koronavirüs salgınından sonra herkesin renge daha çok sarılmak istediğini düşünüyorum. Yakın zamanda benim evim için de başkalaşma vaktinin geleceğini hissediyorum!” Mesleği iç mekan fotoğrafçılığına geri dönüyoruz. “Benim ilgimi çeken insanların yaşantıları oluyor,” diyor röportajımızı sonlandırırken. “Birinin karakterini ve yaşam tarzını en iyi öğrenebileceğiniz yer evidir. Ev, insanların değer verdikleri kişileri (ve hayvanları), yaşantılarını, hangi renklere ve desenlere ilgi duyduklarını, kendilerini çevrelemesini istedikleri eşyaları, ettikleri seyahatleri, huzur buldukları nesneleri, kısaca kendilerini sergiledikleri yerdir. İnsanların nasıl yaşadığını keşfetmeyi seviyorum.” Bu sözler Ambridge’in fotoğrafçılık tarzını da özetliyor aslında: Britanny Ambridge için iç mekan fotoğrafçılığının tek bir ana öznesi var. O da insan hikayeleri. “Harmanlanmış, karakteri olan, zamanla toplanmış ve katmanlanmış görünümler bana daha çok hitap ediyor.”

RkJQdWJsaXNoZXIy NzI1MDQ=