NG Dergi - Sayı 63

53 kırdı. Omurilik felci geçirdim; ellerimin ve göğsümün altından itibaren vücudumun kontrolünü kaybettim. Doktorlar ameliyata girmeden önce yaşam şansımın sadece yüzde 20 olduğunu ve tekerlekli sandalyede oturabilmemin bile mucize sayılacağını söylemişler. Çok şükür hayatta kaldım ve altı gün yoğun bakım, sekiz ay hastane sürecinden sonra, tekerlekli sandalyeyle hayata yeniden merhaba dedim. O andan itibaren, bitiş çizgisi sandığım noktayı başlangıç çizgim haline getirdim. Şu an Dünya ve Avrupa Şampiyonu bir paralimpik okçuyum ve aynı zamanda Türkiye’nin ilk tekerlekli sandalyeli televizyon sunucusuyum. Hayatımı, karşıma çıkan engelleri aşarak kendi hikayemi yazmaya ve başkalarına ilham olmaya adadım. Üniversite yıllarınızda Astronomi ve Uzay Bilimleri alanını tercih ettiniz. Bu alanı seçmenizde sizi etkileyen neydi? Bu ilginiz, hayatınızın ilerleyen dönemlerinde sizi nasıl besledi ya da dönüştürdü? Küçüklüğümden beri bilimle ve özellikle teknolojiyle iç içe bir merakım vardı. Astronomi ve Uzay Bilimleri bölümü beni evrenin bilinmezliklerini keşfetme fikriyle cezbetti. Üniversitede bu bölümü seçmemde, uzaya ve bilime duyduğum hayranlık kadar, teknolojik becerilerim de etkili oldu. Öğrencilik yıllarımda bir yandan okulun bilgisayar laboratuvarında çalışıyor, yazılım projeleri yapıyordum. Kodlama öğrenmek, problem çözme yeteneğimi çok geliştirdi; hayatta karşılaştığım sorunlara analitik yaklaşmayı öğretti. Astronomi okumak ise bana büyük resmi görme, sabırla araştırma yapma alışkanlığı kazandırdı. İleride yaşadığım zorlu süreçte de bu bilimsel merak ve disiplin çok işime yaradı. Omurilik felci olduktan sonra dahi, “Önce zihninde çöz.” diyerek sorunlara yaklaştım. Astronomi alanındaki eğitimim, pes etmemeyi ve her karanlık gecenin sonunda bir güneş doğacağını bana öğretti. Bu sayede spor hayatımda da engeller karşısında yılmayıp hedefe kilitlenebildim. 2013 yılında yaşadığınız kaza hayatınızı kökten değiştirmiş, kazadan sonra fiziksel ve zihinsel olarak en büyük mücadeleleriniz neydi? Kazadan önceki ve sonraki Yiğit Caner Aydın arasındaki en büyük fark nedir? 2013’teki kaza, bir anda yaşamımı altüst etti. Fiziksel olarak en büyük mücadelem, yeniden bağımsız bir hayat sürebilmek içindi. Vücudumun büyük kısmı felç olmuştu; ilk başta tekerlekli sandalyede oturabilmek için bile dört kişinin yardımı gerekiyordu. Aylarca süren yoğun fizik tedaviyle ufak adımlarla ilerledim. Örneğin, sol el işaret parmağımı az da olsa oynatabildiğim günü hiç unutmuyorum – o küçücük hareket bana dünyaları verdi, ‘belki bir şeyler geri gelecek’ diye umutlandım. Zihinsel olarak ise hayatta kalmak ve umudumu korumak en büyük sınavımdı. Yoğun bakımda tavana bakarak geçirdiğim günlerde kendi kendime tek bir soru sordum: “Bu yaşadıklarımdan sonra insanlar beni gördüğünde bana acıyıp haline şükür mü edecek, yoksa verdiğim mücadeleyle ilham mı alacaklar?” Ben ilham veren tarafta olmayı seçtim. Bu bakış açısı, beni psikolojik olarak çok güçlendirdi. Okçuluk sporuyla tanışmanız nasıl gerçekleşti? İlk ok atışınızı hatırlıyor musunuz? O an neler hissettiniz? Kazanın ardından uzun süre fizik tedavi gördükten sonra spora başlama fikri 2016 yılı başında gündeme geldi. Babamın iş yerinde tanıştığı milli okçu Naci Yenier, okçuluğun bana uygun olabileceğini söylemiş. Bunun üzerine onun antrenmanlarını izlemeye gittim. 50 metreden attığı okları hedefin tam ortasına gönderiyordu; uzaktan bakınca “Okçuluk galiba çok kolay, ben yapsam birkaç aya hepsini 10’dan vururum.” diye içimden geçirdim. İlk buluşmamızda yayı elime almak istedim. “Mutluluk benim için, sahip olduklarımın kıymetini bilmek ve anı dolu dolu yaşayabilmek demek. Yaşadığım onca zorlu tecrübeden sonra mutluluğun aslında büyük şeylerde değil, küçük detaylarda gizli olduğunu öğrendim.”

RkJQdWJsaXNoZXIy NzI1MDQ=